Investors in People (IIP)İnsan Diye Diye..."Fabrikalarımı alabilirsiniz, binalarımı yakabilirsiniz fakat çalışanlarımı bana geri verin;; bu işi hemen yeniden kurarım."
Çağımıza damgasını vuran ünlü işadamı Henry Ford 1906'da, bundan neredeyse 100 yıl önce, insanın değerine, önemine ilişkin düşüncesini işte böyle ifade etmiş. O günden bugüne köprülerin altından çok sular geçti. Teknoloji ve üretim yöntemlerimizden, yönetim tarzlarımıza, strateji ve başarı modellerimize kadar iş dünyasının tüm dinamiklerinde çok köklü değişiklikler yaşandı...Ve yaşanmaya da devam ediyor. Bütün bu değişiklikler içinde değişmeyen tek şey "şirket performansında insanın oynadığı önemli rol" oldu...
Günümüzde ise kuruluşların başarısında "insan kaynağının etken yönetimi" belki de tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar önemli bir hale geldi. Nedeni çok açık; başarı ve büyüme için bugüne kadar bilinen, uygulanan tüm teknikler artık "azalan getiriler" aşamasına geldi. Oysa insan beyninin bilinen bir sınırı yok... Bu kadar basit, bir o kadar da temel bir gerçek... İşte bu yüzden başarılı olmanın ve geleceğin kuruluşu olmanın yolu "insanın önemine yürekten inanmaktan ve insana yatırım yapmaktan" geçiyor...Diğer bir ifadeyle; çalışanlarımızı tüm potansiyellerini ortaya koyabilecekleri biçimde motive edebilmenin önkoşulu onların "kendilerini değerli hissetmelerini" sağlayabilmek... Gelişmiş İK sistemlerine ve uygulamalarına sahip olmak değil. İstediğimiz kadar iyi sistem ve uygulamalarımız olsun bunlarla insanlarımızın kendilerini değerli hissetmelerini sağlayamıyor isek onların performanslarını ve aidiyet duygularını artırmamız pek mümkün olmuyor.
Nereden Nereye?
İnsan kaynağının artan önemini fark ettiğimizden beri hepimiz kendi gereksinmelerimiz ve olanaklarımız çerçevesinde insanlarımıza yatırım yapıyoruz. Motivasyonu ve performansı yüksek çalışan takımları oluşturmak, onları elde tutmak, kısaca en değerli kaynağımızı etken bir biçimde yöneterek rekabet gücümüzü artırmak için çaba gösteriyoruZ... Özellikle son yıllarda bu çabaların yaygınlaştığına ve yoğunlaştığına tanık oluyoruz.
Dilerseniz bu konuda nereden nereye geldiğimize birlikte bir göz atalım:
Yıl 1984, bir araştırma için bulunduğumuz bir işletmede genç bir çalışanla anket yapıyorum. Anket sorularından biri de "Şirketiniz sizi motive etmek için neler yapabilir, beklentiniz nedir?" türünden bir soru. Aldığım yanıt şu: "Bakın" diyor, "11 aylık kızım var, adı Yonca, ellerinizden öper. Hayat koşulları malum, ona süt götüremediğim akşamlar oluyor. Bu bile burada insan yerine konulmamak kadar beni üzmüyor. İnsanca muamele göreyim yeter." Ondan sonraki yıllar boyunca çalıştığımız işletmelerde hep benzeri beklentilerin ifadesine tanık olduk. Çalışma koşulları anlamında kuşkusuz daha başka beklentiler de vardı ama "kendilerini değerli hissetme" ve "takdir edilme" sıklıkla en öne çıkan beklentilerdi...
1990'lı yıllar, şirket başarısında insan kaynağının önemini fark etmeye, kabul etmeye ve yavaş yavaş insan kaynağının etken yönetimini sağlamak için çeşitli yöntemler uygulamaya başladığımız yıllar. Bu konuda bazı büyük şirketlerin öncülüğünü yaptığı, yaygın uygulamaların değil tekil çabaların gözlemlenebildiği yıllardı. 1994 yılında gerçekleştirdiğimiz bir proje kapsamında görüşme yaptığımız çalışanların çoğu çalıştıkları tezgahı işaret ederek duygularını "bu makine kadar değerimiz yok" biçiminde ifade ediyorlardı.
İnsana değer vermek, insan odaklı yönetsel tarz ve uygulamaları başlatmak, hele hele de etkilerini görmek, getirilerine sahip olmak kuşkusuz bu günden yarına gerçekleştirilebilecek kolay bir dönüşüm değildi. Özellikle gerçekleştirilen uygulamaların belli bir olgunluğa ulaşması, çalışanlar tarafından tam ve doğru olarak algılanması için zamana ihtiyacımız vardı. Dolayısıyla çalışanlarımızın "değer verilme" gereksinmelerinin hala devam ettiğini görmek çok da sürpriz değildi.
1997 yılında yaptığım bir araştırmada, "insan gücünün şirket için en önemli kaynak" olduğunu ifade eden kamu/özel Türk şirket yöneticilerinin oranı %62 idi. Bu araştırma ile, en azından düşünsel olarak insanı ilk sıraya koyan yöneticilerimizin oranının yarıdan fazla olduğuna tanık olduk... Aynı araştırmada insanı en değerli kaynak olarak kabul eden ülkemizdeki yabancı ortaklı işletme yöneticilerinin oranı %75'idi. Aradan geçen yıllardan sonra, bugün bu oranların çok daha yüksek olacağını söylemek yanlış bir öngörü olmayacaktır.
Ve yıl 2005... Düzenlenen bir çok etkinlikte, artık çalışanları için uyguladıkları insanı ön plana koyan yönetim tarzlarını, yöntemlerini paylaşan ve insanları sayesinde başarıyı nasıl yakaladıklarını gururla anlatan tepe yöneticilerimizi dinliyoruz...
İnsan Kaynağınız Kaçıncı Sırada?
Bütün bu gelişmelere tanıklık etmiş, çeşitli kimliklerle işletmelerde 22 yılını geçirmiş, "insan diye diye" neredeyse işletmelerde büyümüş biri olarak, bu konuda belli bir yol kat ettiğimizi rahatça söyleyebilirim. Kuşkusuz bu genel çerçevenin içinde insanın etken yönetiminde henüz başlangıç aşamasında olan işletmelerimiz olduğu gibi çok gelişmiş uygulamalara sahip işletmelerimizin olduğu da bir gerçek. Geldiğimiz nokta yeterli mi? Tabii ki değil! Daha kat etmemiz gereken çok uzun bir yolumuz var... İnsan kaynağımızı birinci sıraya koyabilmek için önce şu anda bizim için gerçekten kaçıncı sırada olduğunu (hem düşünce hem uygulama düzeyinde) çok net olarak belirlememiz gerekiyor.
Dünyanın değişim rüzgarlarına görece çok daha açık coğrafyasında faaliyet göstermeye çalışıyoruz. Değişimle ve acımasız rekabetle baş edebilecek bir donanıma sahip olmak bizler için kritik bir öneme sahip. Bugünkü rakiplerimiz arasında olmasa bile, insana giden yola bizden çok daha önce çıkmış ve bunun getirilerine sahip bir çok rakip firma ile nerede ve ne zaman yollarımızın kesişeceği hiç belli değil.
İnsan kaynağınız gerçekten kaçıncı sırada?
"İlk sırada!" diyenlerimizin çok olması ve sürekli çoğalması dileğiyle...
Dr.Sema ÖZÇER
MAY Danışmanlık
Kurucu Ortak
TİSK İşveren Dergisi, Haziran 2005