may danışmanlık hizmetleri
İş - Özel Yaşam Dengesi
Çocuklarınızın Mutluluğu Sizin İçin Ne Kadar Önemli?

Havaalanında karşılaştıklarında özlemle sarıldılar birbirlerine. Üniversitede sınıf arkadaşıydılar. Neredeyse 20 yıl olmuştu görüşmeyeli. Uçakta yan yana oturdular. Ayrı geçen yılların özlemini 45 dakikaya sığdırmaya çalıştılar.
"Birlikte kazandığımız o iş sınavından sonra ben o bankada işe başladım. Çeşitli birimlerde çalıştım. Müdür oldum. Ama hiç mutlu olmadım. Bu iş bana göre değilmiş. Bunu anladığımda yolumu değiştirmek için artık çok geçti... 2 çocuğum vardı. Risk alabilecek durumda değildim. Bir ömür öylesine geçti işte. Şimdi emekliliğimi bekliyorum, 3 yılım kaldı... Hep sinemaya ilgi duymuştum... Şimdiki aklım olsa kimseyi dinlemez, yolumu kendim seçerdim... Belki kimse onaylamazdı, belki daha çok zorlanırdım ama hiç olmazsa kendi seçimim için emek verirdim. Sevdiğim, kendimi ifade edebildiğim, yeteneğimi kullanabildiğim bir işim olurdu. Kendim olurdum... Şimdikinden de daha mutlu olurdum. Şimdi çocukların okullarını bitirmesini, maddi olarak biraz  daha rahatlamayı bekliyorum. 50 yaşımdan sonra sinema okuyacağım..."
Yazık ki benzeri öyküleri çok sık duyuyoruz.

Yaşanılan ekonomik ve sosyal değişimle işgücünün niteliği ve işin birey hayatındaki rolü ve anlamı da değişime uğradı. Eskiden "iş" sadece yaşamı sürdürmenin bir gerekliliğiydi. Bugün de günümüz insanı için hala bir gereklilik olan "iş",  aynı zamanda önemli bir kişisel doyum kaynağı. İş, bugüne kadar olmadığı ölçüde "kişisel" bir hale geldi. Yapılan iş bireyi tanımlıyor ve bireyin bütün yaşamını biçimlendiriyor. Ve iş, bireylerin en önemli doyum kaynağı haline geliyor!

Bireyin yetenek ve yetkinlikleri ile yaptığı iş arasındaki uyum,  başarılı, mutlu ve doyumlu  bir iş yaşamının en önemli önkoşulu... Çünkü bireyin mevcut potansiyelini kullanabilmesi, işini severek ve isteyerek yapabilmesi  bu uyuma bağlı. Bu uyum olmadığında yapılan iş doyum sağlamıyor ve bireyler mutsuz oluyor.

Geçtiğimiz aylarda yayımlanan bir araştırma (*) Türkiye'de çalışanların yarısından fazlasının işyerlerinde mutsuz olduğunu ortaya koydu. Araştırma sonuçlarının tam metnine ulaşamamış olmakla birlikte, yayınlanan bulgular çalışanların yönetilme yaklaşım ve tarzlarından hoşnut olmadığını ortaya koyuyor. Bir noktada, çalışanların mutsuzluğu, işyerlerinin yönetim yaklaşımı da dahil olmak üzere bir takım uygulamalarının yanlışlığına ya da yetersizliğine bağlanmış gibi görünüyor. Bu, aslında sorunun ikinci boyutu. Sorunun asıl kaynağını bulmak için sürecin farklı ve daha önceki aşamalarına bakmak gerekiyor; İş yerlerimizdeki çalışanların acaba ne kadarı gerçekten ilgi ve yeteneklerine uygun bir eğitim aldı? Bu konuda, pırıl pırıl gençlerimize gerçekten  yol gösterme/yönlendirme  becerisine sahip kaç insan ya da kuruluş bulunmaktadır ve kaç genç bu tür hizmetlerden yararlanabilmektedir? Kaç gencimiz ailevi ya da toplumsal baskılar, yönlendirmeler olmadan ve yeterli bilgiye sahip olarak özgür iradesiyle bölüm/meslek tercihi yapabilmektedir? Acaba kaç gencimiz, ailesinin ya da toplumun  prestijli görmediği, onaylanmadığı ama kendi isteği olan  bir alanı seçebilme cesaretini göstermiştir ve göstermektedir? İşyerlerinde çalışanlarımızın acaba ne kadarı maddi kaygılardan uzak, gerçekten bilinçli iş ve işyeri tercihi yapmıştır? Bu gün, bu güzelim ülkede, acaba kaç kişi eğitimini aldığı işi yapıyor? Dolayısıyla, iş yerlerimize aldığımız insanlarımızın bir çoğu bu rasyonel olmayan aşamalardan geçerek geliyorlar, şaşkın ve tedirgin. Çok kısa süre sonra da hayal kırıklıkları yaşamaya başlıyorlar... Kendilerine uygun olan, asıl yapmaları gereken işin ne olduğunu anladıklarında da sil baştan yapamıyorlar. Sonra da; sabah 9 akşam 5 gözü saatte çalışanları nasıl motive edeceğimizi, performanslarını nasıl artıracağımızı düşünmeye başlıyoruz. Oysa taşıma suyla değirmen dönmüyor. İşe, mesleğe ilişkin ilgi/sevgi ve içsel motivasyon olmadan olmuyor. Bireysel özelliklerine, ilgi ve  yeteneklerine uygun  olmayan iş,  iş doyumu sağlamıyor.

SONUÇ

Veri koşullarda ne yapabiliriz? Kuşkusuz ideal olan tüm bu sürecin yeniden yapılandırılması. Dolayısıyla tüm taraflara önemli görevler düşüyor. Eğitim öğretim kurumlarının bu amaçla çok yetkin yönlendirme birimleri oluşturmaları gerekiyor... Hatta bu amaçla, üniversitelerde mesleğe yöneltme eğitiminin verildiği bölümler açılmaya başlanabilir. İşverenler olarak eleman seçme yerleştirme konusunu çok ciddiye almalı, adayların mezun olduğu okul ve bölüm ile  yetkiliklerini değerlendirmenin yanı sıra; okuduğu  bölümü ne kadar bilinçli seçtiğine, ilgilerinin, değerlerinin, beklentilerinin sunduğumuz işyeri ve işle örtüşme derecesine ilişkin veri elde edebileceğimiz süreçlerden geçirmeliyiz. Belki bu süreçte en önemli ödevlerden biri de anne ve babalar olarak bizim olacaktır. Tüm anne babalar olarak, kuşkusuz çocuklarımız için en iyisini yapmaya çalışıyoruz. En iyisi... Kimin için en iyisi... Bizim için mi çocuğumuz için mi? Tabii ki çocuğumuz için diyorsak, yetenekli olduğu sevdiği, ilgi duyduğu bir alanda ilerliyor olmasına destek vermeliyiz. Doğru seçimler yapabilmeleri için her türlü veriyi, farklı bakış açılarını, bilgi ve deneyimlerimizi onlarla paylaşalım. Kendi yeteneklerine ve iş yaşamına, kariyer dünyasına, mesleklere ilişkin farkındalığının artmasına katkıda bulunalım. Kararı, seçimi ona bırakalım. Kararına saygı duyup, uygulaması için arkasında olduğumuzu hissettirelim. Gerisi gelecektir!!

(*) 14.12.2006 / Referans / News in English; Kelly Global İşgücü Endeksi, Kelly Services tarafından 28 ülkede 70 bin çalışanla yapılan araştırma.

Dr. Sema ÖZÇER
MAY DANIŞMANLIK - KURUCU ORTAK

TİSK İşveren Dergisi, Haziran 2007



Hit:3167  |  01.06.2007
   
   
anasayfa | biz kimiz | basında biz | danışmanlık hizmetlerimiz | eğitim hizmetlerimiz | investors in people | gelişim atölyesi | referanslarımız | bize ulaşın tasarım xpur.com